Ela
New member
Türk Adını Taşıyan İlk Sözlüğün Hikâyesi: Divanü Lügati’t-Türk’ün İzinde Bir Yolculuk
Selam dostlar,
Bugün sizlerle içimde derin izler bırakan bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Hani bazen bir kelimenin kökenini araştırırken, o kelimenin ardında yüzyılların yankısını hissedersiniz ya... İşte bu hikâye tam da öyle bir yankının izini sürüyor. Adı: Divanü Lügati’t-Türk.
Ama bu yazı kuru bir tarih anlatısı değil; içinde duygular, çatışmalar, insanlık var. Çünkü bir sözlük yalnızca kelimeleri değil, bir milletin kalbini, ruhunu, özlemini taşır.
---
Bir Gün Forumda Başlayan Hikâye
Bir akşam vaktiydi, elimde kahvem, ekranın karşısında sessizce foruma göz atıyordum.
Bir başlık dikkatimi çekti: “Türk adını taşıyan ilk sözlüğümüz hangisiydi?”
Bir sürü yanıt vardı ama biri beni içine çekti.
“Divanü Lügati’t-Türk,” yazmış biri, “ama bu sadece bir sözlük değil, bir milletin kendi varlığını kanıtlama çabasıdır.”
O an düşündüm: Bu eseri yazan kişi nasıl bir kalp taşıyordu acaba? Yüzyıllar önce, dillerin karıştığı, milletlerin birbirine karıştığı bir dönemde biri çıkıp “Ben Türkçeyi anlatacağım” diyorsa, bunun ardında yalnızca bilgi değil, büyük bir sevda vardır.
---
Kâşgarlı Mahmud ve Kelimelerin Peşindeki Adam
Karakterimizi hayal edin: Kâşgarlı Mahmud.
Kışın sert soğuğunda, elinde kamış kalemiyle, rüzgârın uğultusuna karışan Türk boylarının sesini kaydetmeye çalışıyor.
Bir yanda göçebe çadırlarının dumanı yükseliyor, diğer yanda at nallarının ritmi kalbinin atışıyla birleşiyor.
O, sadece kelimeleri toplamıyor; Türk’ün varoluş hikâyesini ilmek ilmek işliyor.
Ama Kâşgarlı Mahmud’un yolculuğu kolay değildir.
Her boy farklı bir kelime, her ağız farklı bir tını…
Bir gün Oğuz çadırında “su” derler, ertesi gün Kıpçak diyarında aynı suya “suv” denir.
Mahmud sabırla dinler, not eder, anlamlarını karşılaştırır.
Çünkü onun gözünde her kelime bir çocuk gibi değerlidir, her ses bir milletin nefesidir.
---
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Kalbi
İşte burada hikâyemizin ikinci boyutu başlıyor.
Kâşgarlı Mahmud’un yanında, yolculuk boyunca ona eşlik eden iki figür var:
Biri soğukkanlı, mantıklı, çözüm odaklı bir adam: Batu.
Diğeri duygularıyla düşünen, empatisiyle insanları anlayan bir kadın: Aysu.
Batu, haritalarla, güzergâhlarla ilgilenir. “Mahmud,” der, “bu boyların dil farklarını sınıflandıralım. Stratejik bir sistem kurmalıyız. Yoksa bu kadar kelime arasında kayboluruz.”
Aysu ise farklı düşünür.
“O kelimeler sadece ses değil Batu,” der. “Onlar bir annenin ninnisinde, bir çocuğun ilk kelimesinde, bir askerin son nefesinde yankılanıyor. Onları hissederek anlamalıyız.”
Bu iki yaklaşım, yani erkeklerin akılcı düzen arayışı ile kadınların kalbe dokunan anlayışı, Divanü Lügati’t-Türk’ün ruhunda birleşir.
Çünkü bu eser hem bilimdir, hem şiir; hem analizdir, hem dua.
---
Bir Gecenin Sessizliğinde Yazılan Mucize
Bir gece, çadırın içinde Mahmud elindeki kandilin ışığında yazıyordu.
Batu, haritayı önüne sermişti; boy boy, bölge bölge işaretler koymuştu.
Aysu ise kenarda sessizce oturuyor, Mahmud’un her cümlesine dikkatle kulak veriyordu.
Mahmud bir an durdu, gözleri uzaklara daldı.
“Bir gün,” dedi, “belki bu satırları okuyan biri, Türk adını duyar da kalbinde bir kıvılcım yanar.”
Aysu gülümsedi. “O kıvılcım senin kelimelerinle büyüyecek Mahmud,” dedi.
Batu da başını kaldırdı: “Ama önce, o kelimeleri sistemleştirmeliyiz. Bir milletin dili, düzenle yaşar.”
Ve o gece, kelimeler sessizce doğdu.
Türkçenin kökleri, bu üç insanın farklı dünyalarından süzülüp aynı kâğıtta birleşti.
---
Divanü Lügati’t-Türk: Bir Milletin Aynası
1072 yılında tamamlanan bu eser, sadece Araplara Türkçeyi öğretmek için değil, Türk’ün kimliğini dünyaya anlatmak içindi.
Mahmud, Arapça açıklamalar yaparak Türkçenin ne kadar zengin, ne kadar köklü bir dil olduğunu göstermek istedi.
O, “Türk adını taşıyan ilk sözlüğü” yazarken aslında şunu söylüyordu:
“Biz buradayız. Dilimiz var, kültürümüz var, tarihimiz var.”
Divanü Lügati’t-Türk, kelimeleri değil duyguları taşır.
Bir “ata” kelimesinde saygıyı,
bir “yurt” kelimesinde özlemi,
bir “sevgi” kelimesinde bin yıllık bağlılığı saklar.
---
Bir Forumdaşın Yüreğinden Son Söz
Bugün hâlâ bir kelimeyi anlamak için sözlüğe baktığımızda, aslında Kâşgarlı Mahmud’un o kandil ışığında attığı mürekkep damlasını okuyoruz.
Bir milletin sesi, bir insanın inancıyla yaşar.
Belki de bu yüzden, her birimiz kendi içimizde birer “sözlük yazarıyız.”
Her gün kelimelere yeni anlamlar yükler, sevdiklerimize farklı seslerle hitap ederiz.
Forumdaşlarım,
Belki siz de bir gün bir kelimeyle birini hatırlarsınız; “yurt” dersiniz, “anne” dersiniz, “sevda” dersiniz.
Ve o anda fark edersiniz ki, Divanü Lügati’t-Türk yalnızca geçmişte değil, hâlâ bizim içimizde yazılıyor.
Kâşgarlı Mahmud’un hikâyesi bitmedi.
O hâlâ her Türk’ün dilinde, kalbinde, sesinde yaşamaya devam ediyor.
Çünkü bir milletin hikâyesi, kelimeleriyle başlar.
Ve o kelimeler, biz yaşadıkça, tükenmez.
Selam dostlar,
Bugün sizlerle içimde derin izler bırakan bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Hani bazen bir kelimenin kökenini araştırırken, o kelimenin ardında yüzyılların yankısını hissedersiniz ya... İşte bu hikâye tam da öyle bir yankının izini sürüyor. Adı: Divanü Lügati’t-Türk.
Ama bu yazı kuru bir tarih anlatısı değil; içinde duygular, çatışmalar, insanlık var. Çünkü bir sözlük yalnızca kelimeleri değil, bir milletin kalbini, ruhunu, özlemini taşır.
---
Bir Gün Forumda Başlayan Hikâye
Bir akşam vaktiydi, elimde kahvem, ekranın karşısında sessizce foruma göz atıyordum.
Bir başlık dikkatimi çekti: “Türk adını taşıyan ilk sözlüğümüz hangisiydi?”
Bir sürü yanıt vardı ama biri beni içine çekti.
“Divanü Lügati’t-Türk,” yazmış biri, “ama bu sadece bir sözlük değil, bir milletin kendi varlığını kanıtlama çabasıdır.”
O an düşündüm: Bu eseri yazan kişi nasıl bir kalp taşıyordu acaba? Yüzyıllar önce, dillerin karıştığı, milletlerin birbirine karıştığı bir dönemde biri çıkıp “Ben Türkçeyi anlatacağım” diyorsa, bunun ardında yalnızca bilgi değil, büyük bir sevda vardır.
---
Kâşgarlı Mahmud ve Kelimelerin Peşindeki Adam
Karakterimizi hayal edin: Kâşgarlı Mahmud.
Kışın sert soğuğunda, elinde kamış kalemiyle, rüzgârın uğultusuna karışan Türk boylarının sesini kaydetmeye çalışıyor.
Bir yanda göçebe çadırlarının dumanı yükseliyor, diğer yanda at nallarının ritmi kalbinin atışıyla birleşiyor.
O, sadece kelimeleri toplamıyor; Türk’ün varoluş hikâyesini ilmek ilmek işliyor.
Ama Kâşgarlı Mahmud’un yolculuğu kolay değildir.
Her boy farklı bir kelime, her ağız farklı bir tını…
Bir gün Oğuz çadırında “su” derler, ertesi gün Kıpçak diyarında aynı suya “suv” denir.
Mahmud sabırla dinler, not eder, anlamlarını karşılaştırır.
Çünkü onun gözünde her kelime bir çocuk gibi değerlidir, her ses bir milletin nefesidir.
---
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Kalbi
İşte burada hikâyemizin ikinci boyutu başlıyor.
Kâşgarlı Mahmud’un yanında, yolculuk boyunca ona eşlik eden iki figür var:
Biri soğukkanlı, mantıklı, çözüm odaklı bir adam: Batu.
Diğeri duygularıyla düşünen, empatisiyle insanları anlayan bir kadın: Aysu.
Batu, haritalarla, güzergâhlarla ilgilenir. “Mahmud,” der, “bu boyların dil farklarını sınıflandıralım. Stratejik bir sistem kurmalıyız. Yoksa bu kadar kelime arasında kayboluruz.”
Aysu ise farklı düşünür.
“O kelimeler sadece ses değil Batu,” der. “Onlar bir annenin ninnisinde, bir çocuğun ilk kelimesinde, bir askerin son nefesinde yankılanıyor. Onları hissederek anlamalıyız.”
Bu iki yaklaşım, yani erkeklerin akılcı düzen arayışı ile kadınların kalbe dokunan anlayışı, Divanü Lügati’t-Türk’ün ruhunda birleşir.
Çünkü bu eser hem bilimdir, hem şiir; hem analizdir, hem dua.
---
Bir Gecenin Sessizliğinde Yazılan Mucize
Bir gece, çadırın içinde Mahmud elindeki kandilin ışığında yazıyordu.
Batu, haritayı önüne sermişti; boy boy, bölge bölge işaretler koymuştu.
Aysu ise kenarda sessizce oturuyor, Mahmud’un her cümlesine dikkatle kulak veriyordu.
Mahmud bir an durdu, gözleri uzaklara daldı.
“Bir gün,” dedi, “belki bu satırları okuyan biri, Türk adını duyar da kalbinde bir kıvılcım yanar.”
Aysu gülümsedi. “O kıvılcım senin kelimelerinle büyüyecek Mahmud,” dedi.
Batu da başını kaldırdı: “Ama önce, o kelimeleri sistemleştirmeliyiz. Bir milletin dili, düzenle yaşar.”
Ve o gece, kelimeler sessizce doğdu.
Türkçenin kökleri, bu üç insanın farklı dünyalarından süzülüp aynı kâğıtta birleşti.
---
Divanü Lügati’t-Türk: Bir Milletin Aynası
1072 yılında tamamlanan bu eser, sadece Araplara Türkçeyi öğretmek için değil, Türk’ün kimliğini dünyaya anlatmak içindi.
Mahmud, Arapça açıklamalar yaparak Türkçenin ne kadar zengin, ne kadar köklü bir dil olduğunu göstermek istedi.
O, “Türk adını taşıyan ilk sözlüğü” yazarken aslında şunu söylüyordu:
“Biz buradayız. Dilimiz var, kültürümüz var, tarihimiz var.”
Divanü Lügati’t-Türk, kelimeleri değil duyguları taşır.
Bir “ata” kelimesinde saygıyı,
bir “yurt” kelimesinde özlemi,
bir “sevgi” kelimesinde bin yıllık bağlılığı saklar.
---
Bir Forumdaşın Yüreğinden Son Söz
Bugün hâlâ bir kelimeyi anlamak için sözlüğe baktığımızda, aslında Kâşgarlı Mahmud’un o kandil ışığında attığı mürekkep damlasını okuyoruz.
Bir milletin sesi, bir insanın inancıyla yaşar.
Belki de bu yüzden, her birimiz kendi içimizde birer “sözlük yazarıyız.”
Her gün kelimelere yeni anlamlar yükler, sevdiklerimize farklı seslerle hitap ederiz.
Forumdaşlarım,
Belki siz de bir gün bir kelimeyle birini hatırlarsınız; “yurt” dersiniz, “anne” dersiniz, “sevda” dersiniz.
Ve o anda fark edersiniz ki, Divanü Lügati’t-Türk yalnızca geçmişte değil, hâlâ bizim içimizde yazılıyor.
Kâşgarlı Mahmud’un hikâyesi bitmedi.
O hâlâ her Türk’ün dilinde, kalbinde, sesinde yaşamaya devam ediyor.
Çünkü bir milletin hikâyesi, kelimeleriyle başlar.
Ve o kelimeler, biz yaşadıkça, tükenmez.