Emre
New member
Rüştiyenin Son Ders Zili: Bir Dönemin Sessiz Vedası
Geçenlerde bir kitapçıda dolaşırken, tozlu rafların arasında sararmış bir ders defteri buldum. Üzerinde eski bir mühür vardı: “Darürrüştiye-i Osmaniye – 1909.” Sayfalar arasında öğrencilerin yazıları, mürekkep lekeleri, hatta bir öğretmenin aceleyle yazdığı notlar... O an içimi garip bir duygu kapladı. Acaba o okul, o sıralar, o çocuklar şimdi neredeydi? Ve sonra, o meşhur soruyu sordum kendime: “Rüştiye ne zaman kapatıldı?”
Bu sorunun cevabı sadece tarihsel bir bilgi değil; bir çağın kapanış hikâyesidir. O yüzden bu yazıda size, bir rüştiyenin son gününü anlatacağım.
Bir Sabah, 1927: İstanbul’un Tozlu Avlusunda
Rüştiye-i Mahmudiye, İstanbul’un eski bir semtindeydi. Binanın duvarlarında zamanın kokusu, pencerelerinde sönmüş bir ışık vardı. O sabah öğretmenler odasında sessiz bir hareketlilik hakimdi. Müdür Bey, elinde yeni Cumhuriyet’in mühürlü bir yazısını tutuyordu. Yüzündeki çizgiler, bir dönemin yorgunluğunu taşıyordu.
Yazıda şunlar yazıyordu:
> “Rüştiye mektepleri, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince yeni eğitim sistemine dahil edilerek kaldırılmıştır.”
> Tarih: 3 Mart 1924.
Aslında fiilî kapanış birkaç yıl daha sürdü. Son rüştiyeler 1927’ye kadar eğitim vermeye devam etti, ama artık hepsi yeni orta mekteplerin çatısı altına alınmıştı. Yani, Osmanlı’nın “modernleşme umutları” olan o okullar, Cumhuriyet’in yeni düzenine sessizce karışmıştı.
Ziya Öğretmen: Akılla Yola Çıkan Bir Adam
Ziya Bey, matematik hocasıydı. Her zaman çözüm odaklıydı; olaylara duygusal değil, yapısal yaklaşırdı. O sabah da öğretmenler odasında ayağa kalkıp sakin bir sesle konuştu:
— “Arkadaşlar, bir kurum kapanıyor ama eğitim bitmiyor. Biz sadece isim değiştiriyoruz. Rüştiye’nin ruhunu yaşatmak bizim görevimiz.”
Onun bu stratejik yaklaşımı, diğer öğretmenlerin içindeki belirsizliği biraz da olsa hafifletti. Ziya Bey için mesele geçmişe üzülmek değil, geleceği yeniden inşa etmekti. Çünkü biliyordu ki, bir dönemin sonu başka bir dönemin fırsatıdır.
Ama herkes onun kadar rasyonel olamıyordu.
Emine Hanım: Rüştiye’nin Son Kadın Öğretmeni
Emine Hanım, ahlak ve terbiye derslerine girerdi. Öğrencileri onu “kalbiyle konuşan öğretmen” diye tanırdı. O gün, sınıfa girdiğinde çocukların yüzlerine baktı ve sessizce defterlerini topladı.
— “Çocuklar,” dedi, “bazen bir şey biter ama anlamı bitmez. Biz bugün bir sayfayı kapatıyoruz, ama bu sayfa tarih olacak.”
Gözleri dolmuştu, ama sesi sakindi. Çünkü o, eğitimde duygunun önemini bilen bir kadındı. Onun için rüştiye sadece bir okul değil, kız ve erkek çocuklarının birlikte düşünmeyi öğrendiği bir alandı. Kadınların eğitimde yer aldığı ilk kurumlardan biriydi rüştiyeler. Emine Hanım bu yüzden her derste öğrencilerine şunu söylerdi:
> “Bilgi, akılla başlar; ama merhametle büyür.”
Bir Sınıfın Hatırası: Fikirle Duygunun Kesiştiği Yer
O gün son ders zili çaldığında öğrenciler dışarıda toplanmıştı. Rüzgâr, okulun avlusundaki eski bayrağı hafifçe dalgalandırıyordu. Bir grup öğrenci –Ali, Fatma, Cemil ve Leman– bir kenarda sessizce oturuyordu.
— “Ne olacak şimdi?” diye sordu Ali.
— “Yeni mektepler açılacakmış,” dedi Fatma, “ama burası hep bizim okulumuz olacak.”
Ali daha stratejik bir çocuğuydu. “Yeni sistem daha modern olacak,” diyordu, “belki biz de mühendis oluruz.”
Fatma ise daha duygusal bir tonla karşılık verdi: “Ama bu duvarların arasında hayal kurmayı öğrendik. O da modernliğin bir parçası değil mi?”
İki farklı bakış, aynı endişeyi paylaşıyordu. Erkek aklıyla plan yapan Ali, kadın sezgisiyle konuşan Fatma... Her ikisi de kendi geleceğini kurarken rüştiyenin onlara kattığı değerlere tutunuyordu.
Tarihsel Arka Plan: Rüştiyenin Kuruluşundan Kapanışına
Rüştiyeler ilk olarak 1848’de açıldı. Osmanlı’da modern eğitim sistemine geçişin ilk adımlarıydı. Amaç, medrese ile modern mektep arasında bir köprü kurmaktı. Matematik, coğrafya, tarih ve Fransızca gibi dersler ilk kez burada verildi. Bu okullar, imparatorluğun bürokratik kadrolarını yetiştirdi.
Ancak 20. yüzyılın başında sistemin yetersizlikleri görünür hâle geldi. Eğitimde birlik sağlanamıyor, kız çocuklarının okullaşma oranı düşüktü. 1924’te yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu, bütün eğitim kurumlarını Millî Eğitim Bakanlığı’na bağladı. Bu kanunla birlikte rüştiyeler “orta mektep” sistemine dönüştü.
Yani, rüştiye fiilen 1927 yılına kadar varlığını sürdürdü; ama ruhen Cumhuriyet’in ilk adımlarında yerini modern okullara bıraktı.
Bir Dönemin Ardından: Geçmişle Barışmak
Ziya Bey son gün okuldan çıkarken Emine Hanım’a döndü:
— “Yıllar sonra bu binaların adını kimse hatırlamayacak,” dedi.
Emine Hanım gülümsedi:
— “Ama bizden öğrenen çocuklar, bizden kalan vicdanı taşıyacak.”
Bu kısa diyalog, bir dönemin özünü anlatıyordu. Eğitim sistemleri değişir, kurumlar kapanır, ama öğretmenlerin bıraktığı iz kalır.
Bugün rüştiye kelimesi eski bir kavram gibi görünür belki, ama taşıdığı anlam hâlâ günceldir: bilgiyi adaletle, disiplini merhametle birleştirmek.
Bir Forumun Son Mesajı: Sizin Rüştiyeniz Ne?
Yazının sonunda forumda biri şöyle sormuştu:
> “Belki de her birimizin içinde kapanan bir rüştiye vardır. Sizinki ne zaman kapandı?”
Bu soru beni uzun süre düşündürdü. Çünkü rüştiye sadece bir okul değil; bir dönemin idealizmini temsil ediyor. O ideali yaşatmak, sadece tarihçilerin değil, hepimizin görevi.
Sonuç: Rüştiyenin Vedasında Saklı Gelecek
Rüştiyeler, 1848’in modernleşme rüzgârından doğup 1927’nin Cumhuriyet güneşinde eridi. Ama gerçekte hiç kapanmadılar; çünkü onların mirası bugünün eğitim anlayışında hâlâ yaşıyor.
Bir rüştiye sınıfının duvarında yazılı son cümle belki de her şeyi özetliyor:
> “Eğitim, geçmişle vedalaşmanın değil, gelecekle buluşmanın adıdır.”
Peki siz, kendi hayatınızda hangi rüştiyeyi kapattınız — ve hangisini hâlâ açık tutuyorsunuz?
Geçenlerde bir kitapçıda dolaşırken, tozlu rafların arasında sararmış bir ders defteri buldum. Üzerinde eski bir mühür vardı: “Darürrüştiye-i Osmaniye – 1909.” Sayfalar arasında öğrencilerin yazıları, mürekkep lekeleri, hatta bir öğretmenin aceleyle yazdığı notlar... O an içimi garip bir duygu kapladı. Acaba o okul, o sıralar, o çocuklar şimdi neredeydi? Ve sonra, o meşhur soruyu sordum kendime: “Rüştiye ne zaman kapatıldı?”
Bu sorunun cevabı sadece tarihsel bir bilgi değil; bir çağın kapanış hikâyesidir. O yüzden bu yazıda size, bir rüştiyenin son gününü anlatacağım.
Bir Sabah, 1927: İstanbul’un Tozlu Avlusunda
Rüştiye-i Mahmudiye, İstanbul’un eski bir semtindeydi. Binanın duvarlarında zamanın kokusu, pencerelerinde sönmüş bir ışık vardı. O sabah öğretmenler odasında sessiz bir hareketlilik hakimdi. Müdür Bey, elinde yeni Cumhuriyet’in mühürlü bir yazısını tutuyordu. Yüzündeki çizgiler, bir dönemin yorgunluğunu taşıyordu.
Yazıda şunlar yazıyordu:
> “Rüştiye mektepleri, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince yeni eğitim sistemine dahil edilerek kaldırılmıştır.”
> Tarih: 3 Mart 1924.
Aslında fiilî kapanış birkaç yıl daha sürdü. Son rüştiyeler 1927’ye kadar eğitim vermeye devam etti, ama artık hepsi yeni orta mekteplerin çatısı altına alınmıştı. Yani, Osmanlı’nın “modernleşme umutları” olan o okullar, Cumhuriyet’in yeni düzenine sessizce karışmıştı.
Ziya Öğretmen: Akılla Yola Çıkan Bir Adam
Ziya Bey, matematik hocasıydı. Her zaman çözüm odaklıydı; olaylara duygusal değil, yapısal yaklaşırdı. O sabah da öğretmenler odasında ayağa kalkıp sakin bir sesle konuştu:
— “Arkadaşlar, bir kurum kapanıyor ama eğitim bitmiyor. Biz sadece isim değiştiriyoruz. Rüştiye’nin ruhunu yaşatmak bizim görevimiz.”
Onun bu stratejik yaklaşımı, diğer öğretmenlerin içindeki belirsizliği biraz da olsa hafifletti. Ziya Bey için mesele geçmişe üzülmek değil, geleceği yeniden inşa etmekti. Çünkü biliyordu ki, bir dönemin sonu başka bir dönemin fırsatıdır.
Ama herkes onun kadar rasyonel olamıyordu.
Emine Hanım: Rüştiye’nin Son Kadın Öğretmeni
Emine Hanım, ahlak ve terbiye derslerine girerdi. Öğrencileri onu “kalbiyle konuşan öğretmen” diye tanırdı. O gün, sınıfa girdiğinde çocukların yüzlerine baktı ve sessizce defterlerini topladı.
— “Çocuklar,” dedi, “bazen bir şey biter ama anlamı bitmez. Biz bugün bir sayfayı kapatıyoruz, ama bu sayfa tarih olacak.”
Gözleri dolmuştu, ama sesi sakindi. Çünkü o, eğitimde duygunun önemini bilen bir kadındı. Onun için rüştiye sadece bir okul değil, kız ve erkek çocuklarının birlikte düşünmeyi öğrendiği bir alandı. Kadınların eğitimde yer aldığı ilk kurumlardan biriydi rüştiyeler. Emine Hanım bu yüzden her derste öğrencilerine şunu söylerdi:
> “Bilgi, akılla başlar; ama merhametle büyür.”
Bir Sınıfın Hatırası: Fikirle Duygunun Kesiştiği Yer
O gün son ders zili çaldığında öğrenciler dışarıda toplanmıştı. Rüzgâr, okulun avlusundaki eski bayrağı hafifçe dalgalandırıyordu. Bir grup öğrenci –Ali, Fatma, Cemil ve Leman– bir kenarda sessizce oturuyordu.
— “Ne olacak şimdi?” diye sordu Ali.
— “Yeni mektepler açılacakmış,” dedi Fatma, “ama burası hep bizim okulumuz olacak.”
Ali daha stratejik bir çocuğuydu. “Yeni sistem daha modern olacak,” diyordu, “belki biz de mühendis oluruz.”
Fatma ise daha duygusal bir tonla karşılık verdi: “Ama bu duvarların arasında hayal kurmayı öğrendik. O da modernliğin bir parçası değil mi?”
İki farklı bakış, aynı endişeyi paylaşıyordu. Erkek aklıyla plan yapan Ali, kadın sezgisiyle konuşan Fatma... Her ikisi de kendi geleceğini kurarken rüştiyenin onlara kattığı değerlere tutunuyordu.
Tarihsel Arka Plan: Rüştiyenin Kuruluşundan Kapanışına
Rüştiyeler ilk olarak 1848’de açıldı. Osmanlı’da modern eğitim sistemine geçişin ilk adımlarıydı. Amaç, medrese ile modern mektep arasında bir köprü kurmaktı. Matematik, coğrafya, tarih ve Fransızca gibi dersler ilk kez burada verildi. Bu okullar, imparatorluğun bürokratik kadrolarını yetiştirdi.
Ancak 20. yüzyılın başında sistemin yetersizlikleri görünür hâle geldi. Eğitimde birlik sağlanamıyor, kız çocuklarının okullaşma oranı düşüktü. 1924’te yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu, bütün eğitim kurumlarını Millî Eğitim Bakanlığı’na bağladı. Bu kanunla birlikte rüştiyeler “orta mektep” sistemine dönüştü.
Yani, rüştiye fiilen 1927 yılına kadar varlığını sürdürdü; ama ruhen Cumhuriyet’in ilk adımlarında yerini modern okullara bıraktı.
Bir Dönemin Ardından: Geçmişle Barışmak
Ziya Bey son gün okuldan çıkarken Emine Hanım’a döndü:
— “Yıllar sonra bu binaların adını kimse hatırlamayacak,” dedi.
Emine Hanım gülümsedi:
— “Ama bizden öğrenen çocuklar, bizden kalan vicdanı taşıyacak.”
Bu kısa diyalog, bir dönemin özünü anlatıyordu. Eğitim sistemleri değişir, kurumlar kapanır, ama öğretmenlerin bıraktığı iz kalır.
Bugün rüştiye kelimesi eski bir kavram gibi görünür belki, ama taşıdığı anlam hâlâ günceldir: bilgiyi adaletle, disiplini merhametle birleştirmek.
Bir Forumun Son Mesajı: Sizin Rüştiyeniz Ne?
Yazının sonunda forumda biri şöyle sormuştu:
> “Belki de her birimizin içinde kapanan bir rüştiye vardır. Sizinki ne zaman kapandı?”
Bu soru beni uzun süre düşündürdü. Çünkü rüştiye sadece bir okul değil; bir dönemin idealizmini temsil ediyor. O ideali yaşatmak, sadece tarihçilerin değil, hepimizin görevi.
Sonuç: Rüştiyenin Vedasında Saklı Gelecek
Rüştiyeler, 1848’in modernleşme rüzgârından doğup 1927’nin Cumhuriyet güneşinde eridi. Ama gerçekte hiç kapanmadılar; çünkü onların mirası bugünün eğitim anlayışında hâlâ yaşıyor.
Bir rüştiye sınıfının duvarında yazılı son cümle belki de her şeyi özetliyor:
> “Eğitim, geçmişle vedalaşmanın değil, gelecekle buluşmanın adıdır.”
Peki siz, kendi hayatınızda hangi rüştiyeyi kapattınız — ve hangisini hâlâ açık tutuyorsunuz?